Martine Franck

“Fotoğraf makinesi başlı başına bir sınırdır. Öyle ki özneye yaklaşmak için durmadan onu yıkmaya çalışırsın. Bunu yaparken hududu aşarsın, bir gözü peklik, öteye geçme, kabalaşma, görünmez olma isteği vardır.  Öteki tarafa bir anlığına kendini unutup başkalarına açık olarak, yani fotoğrafçı olduğun takdirde geçebilirsin ancak; ben aynı zamanda iki ayrı dünyadayım. Fotoğraf çekerken neler hissettiğimi ancak bu sözlerle ifade edebilirim, gerisi bilinç dışının evrenine aittir.”   

Martine Franck, 02 Nisan 1938 yılında Belçika Antwerp’de dünyaya gelir. Babasının görevi sebebiyle sürekli seyahat ederler. Çocukluğu Amerika’da Long Island ve erkek kardeşinin astımı sebebiyle kısa bir süre kaldıkları Arizona’da geçer. Babasının orduya katılmasıyla İngiltere’ye yerleşirler. 

1956’da Madrid Üniversitesi’nde Sanat Tarihi eğitiminin ardından 1958’de Paris’te Ecole du Louvre’e kabul edilir. Çocukluğundan itibaren hevesli olduğu Fransızca’yı 20 yaşındayken öğrenir, Le Monde Gazetesi’nde köşe yazarı Robert Escarpit’in mizah yazıları sayesinde Fransızca okumasını geliştirir. Kübizmin heykel üzerindeki etkisi üzerine bir tez hazırlar. 1962’de mezun olur. 

Paris’te bulunduğu dönemde, ileriki yıllarda Fransız tiyatrosunun önemli oyuncu ve yönetmenlerinden olacak Ariane Mnouchkine ile tanışır. Ariane ile tanışması Martine’in hayatında dönüm noktasıdır. Birlikte 1963 yılında Uzak doğu yolculuğuna çıkarlar. Çin, Japonya, Hindistan, Kamboçya, Nepal, Pakistan, Afganistan ve İran’a giderler. Martine Franck gezdiği yerlerin fotoğraflarını da çeker. 

O günleri şöyle anlatır: “Fotoğraf hayatıma rastgele girdi. Çin vizesi almıştım ve kuzenim bana çok şanslı olduğumu söyleyerek Leica fotoğraf makinesi hediye etmişti, tabi dönüşte içindeki fotoğraflarla birlikte geri getirmem koşuluyla.” 

Martine Franck, 1964 yılında Fransa’ya döndüğünde kararını vermiştir, gerçekten fotoğrafçılık ile tanışır. Paris’te Time-Life Dergisi fotoğrafçıları Eliot Elisofon ve Gjon Mili’nin asistanları olur. Aldığı eğitim doğrultusunda kendi projelerini üretmeye başlar. Ünlü Amerikan dergilerinde fotoğrafları yayımlanır. Hayat, Fortune, Sports Illustrated, The New York Times ve Vogue için ünlü sanatçı ve yazarların portrelerini çeker. Pierre Alechinsky, Balthus, Pierre Boulez, Marc Chagall, Michel Foucault, Michel Leiris, Sam Szafran ve Paul Strand arkadaşları haline gelen pek çok figürden bazılarıdır. 

Arkadaşı Ariane Mnouchkine, Vincennes’te eski bir mühimmat deposunu tiyatroya dönüştürmek için Martine’den yardım ister. Böylece Theatre du Soleil kurulur ve Martine Franck tiyatronun resmi fotoğrafçısı olur. 

1966 yılında New York Times’ın moda defilesinde fotoğrafçı olarak çalışırken kendisinden otuz yaş büyük olan “L’Oeil du Siècle” (Eye of the Century-Yüzyılın Gözü) Henri Cartier Bresson ile tanışır ve birbirlerine âşık olurlar. Henri Cartier Bresson 1967 yılında otuz yıllık eşinden ayrılır. 1970’te Martine Franck ile evlenirler. 2004 yılında Henri Cartier Bresson hayata veda edene kadar hiç ayrılmazlar. 

Martine bir röportajında evliliği hakkında şunları söyler: “Babam bana çok büyük bir risk aldığımı söyledi. Bense çok mutluydum. Henri beni asla kenara itmedi, daima çalışmam için cesaretlendirdi. Onun sayesinde birçok insanla tanıştım.” Evlendikten iki yıl sonra kızları Melanie Cartier Bresson dünyaya gelir.  

1970 yılında Paris’te editörlüğünü Pierre de Fenoyl’ın yaptığı Vu Ajansı’na katılır. 1972’de Herve Gloaguen, Guy Le Querrec, François Hers, Jean Lattes ve Richard Kalvar ile birlikte Viva Ajansı’nı kurarlar. 

Martine, 1983’te Magnum Fotoğraf Ajansı üyesi olur. Vogue Dergisi için kadın portreleri çekiyor olsa da gönlünde toplumsal konulu foto röportajlar vardır. Fransa Kadın Hakları Bakanlığı desteğiyle kadın hakları konusunda büyük ölçekli çalışmalar yapar. 1985 yılında, yaşlılar ve toplum dışına itilmiş insanlarla ilgilenen sivil toplum kuruluşu Little Brothers of the Poor Derneği ile çalışmaya başlar. Yalnızlık, yoksulluk, dışlanma veya ciddi hastalıktan mustarip insanlara yardımcı olmak için çeşitli yardım kuruluşları ile birlikte birçok fotoğraf projesi üretir. 

Bir yazısında şöyle bahseder: “Her şeyi fotoğraflayamazsınız. Çok fazla acı çekme, çöküş vs olduğunda nerede duracağınızı bilmeniz gerekir. Fotoğraf gösterir fakat nedenleri açıklamaz. Diğer koşullar görsellik değil, sosyolojik olarak incelenmelidir.”  

Martine Franck 1993 yılında İrlanda’nın kuzeybatısındaki Tory Adası’na yolculuk yapar. Orada geleneksel Gael toplumunun gündelik yaşamını fotoğraflar. Sadece kendi Gael dillerini konuşan Troy Cemaati’ni inceler. 1998 yılında yayımladığı Ile aux confins de l’Europe kitabında bu yolculuğunu anlatır. 

1996’da çıktığı Asya seyahatinde, Hindistan ve Nepal’de yaşayan Tibetli Budist çocuklarının yaşamları üzerine çalışır. Ölmüş olan büyük manevi liderlerin reenkarnasyonu olduğu düşünülen ve Tulku adı verilen bu çocukları araştırır, fotoğraflarını çeker.  Magnum’un eski üyelerinden Marilyn Silverstone kendisine yardım etmekle kalmayıp Budist rehberliği için Hindistan’da kalır. Martine dört yıllık bu kapsamlı çalışmanın sonucunda, 2000 yılında Tibetian Tulkus adında bir kitap yayımlar. 

2003 yılında avangard sahne direktörü Robert Wilson’u belgeleyen bir proje yapar. La Fontaine’nin Masalları’nın benzersiz bir şekilde sahneye konulmasını her detayı ile görsel olarak anlatır. 

Fotoğrafları dünyanın önemli galerilerinde sergilenen Martine Franck belgesel film yapımlarında da yer alır.

Aktif olarak her aşamasında yer aldığı, 2002’de kurulan Henri Cartier Bresson Vakfı’nın 2004 yılında, eşi öldükten sonra başkanı olur. 

2006 yılında Henri Cartier Bresson’la ilgili bir film tanıtımı için Japonya’ya gider. Aynı zamanda Japonya Vogue dergisi için çocuk moda çekimleri yapar.

Martine Franck 2010 yılında kemik iliği kanseri tanısı konulduktan sonra eskisi kadar yoğun olmasa da çalışmaya devam eder. New York ve Paris’teki önemli galerilerde sergileri olur.  

Magnum fotoğrafçılarının hazırladığı Gürcistan Baharı adlı çalışmada yer alır. 1963 -2010 yılları arasında çektiği 63 ünlünün fotoğraflarından oluşan Venus D’ailleurs adlı kitabını yayımlar. 

Martine Franck 16 Ağustos 2012’de Paris’te hayata veda eder. 

“Bir fotoğraf ille de yalan değildir ancak gerçek olduğu da söylenemez. Daha çok geçici, öznel bir izlenim gibidir. Fotoğrafçılıkta en sevdiğim şey hiç öngörülemeyen, beklenmeyen o andır; beklenmedik bir şeyi yakalamak için her saniye tetikte olmak gerekir.”  

Martine Franck, John Berger’e Mutlu musun diye sorar:

Mutlu muyum? Mutluluğun bir hal olduğuna inanmıyorum aslında. Mutsuzluk olabilir ama mutluluk, doğası gereği anlıktır. O an birkaç saniye sürebilir, bir dakika, bir saat, bir gün ve bir gece. Ancak bir hafta böyle gitmesinin mümkün olabileceğini düşünmüyorum hiç. Mutsuzluk ekseriya uzun bir roman gibidir. Mutluluk fotoğrafa benzer daha çok. Hayret hissi. 

Hayatımın ikinci yarısının birinciden daha mutlu olduğunu düşünüyorum. Hafıza, fotoğrafçılık gibi bir dolu oyun oynuyor. İzlenimim o ki, gençken mutluluk anları ıstıraba yakın bir noktaya itilirdi, şimdiyse bir sığınak gibiler adeta. Bu yaşlılık mı yoksa içinde yaşadığımız zamanlar mı? Mutluluk da Karanlık Çağlar’da niteliğini değiştiriyor şu bizim Karanlık Çağımız’da. Kimi anlarda hayret edebilmekten mutluyum. 

Arjantin’li şair Juan Gelman’ın dizeleriyle açıklayayım:  
Umut hüsrana uğratır bizi çoğu zaman, 
keder asla.
O nedenle bazıları bildik keder, bilinmeyenden evladır der. 
Umudun bir yanılsama olduğuna inanırlar. 
Keder yolunu şaşırtır onların.
John Berger

Diğer fotoğraf ustalarının hayat hikayelerini buradan okuyabilirsiniz…

%d blogcu bunu beğendi: